Featured Post

26 January 2012

basel'de huzurlu günler...

Uzun bir ara verdim yazmaya. Zira önce Defne, sonra ben şifayı fena kaptık. (İronik bir tanımlama değil mi bu? Yazarken farkettim, acil şifalar dileriz birileri hasta olunca, "şifayı kapmak" kendi içinde çelişen bir söz oluyor bu durumda ya, anladınız siz beni:)
Neyse geçelim o günleri...
Şu an Basel'den yazıyorum...Şebolardayız.
Aslında bütün teknolojik gereçlerden uzak durduğum bir tatil geçiriyorum. Bilinçli olarak uzak duruyorum, daha doğrusu durmak istiyorum. Telefonumun yurt dışında data hattı kapalı. Telefonda yanan kırmızı rengi zırt pırt görmemek bile bir mutluluk benim için. Sadece bugün, işle ilgili bilgisayara bağlanmam gerekti, o yüzden bilgisayarı aldım elime. Elim dokunmuşken de, kısacık yazayım dedim.
Defne ile ana-kız geldik Şebolara. Mit gelemedi. Defne, Basel'de Efe ile çok mutlu günler geçiriyor.
Ben de çok keyifli ve huzurluyum burada. Epeyce bir süredir; bu kadar sakin, koşuşturmasız, keyifle sindirilmiş günler yaşamıyordum.
Şeboların hayatına bu sefer birebir tanık oluyoruz. Efe yarım gün okula gidiyor, Fırat işe (sayılır:).
Bir şehirde trafik sıkışıklığı olmaması ne kadar kıymetli birşey. Hiçbir yere telaş içinde gitmenize gerek yok. Ne planladınızsa o vakitte ulaşıyorsunuz istediğiniz yere. İnsanın üzerinden nasıl yük alan bir durum bu, İtvitreliler bilmez tabi.
Efe okuldan kendi dönüyor eve. Okul eve yakın, çocukların kendi başlarına evlerine dönmeleri teşvik ediliyor doğal olarak. Bir gün Defne de Efe'nin okuluna gitti ve ikisi beraber eve döndüler. Defne o kadar mutluydu ki, "anne ben de artık okuldan eve yalnız döneceğim" dedi. Bizim ev de okula yakın ama gel gör ki, çocuklarını derse yetiştirmek için trafik canavarı gibi arabalarıyla okula dalan anne-babalar ve İstanbul'da 5.5 yaşındaki bir çocuk için yeterli güvenlik ortamının olmaması, Defne'ye çok istememe rağmen "tamam" dememi engelliyor.
Neyse, İtvitre ile Türkiye'yi karşılaştırarak moral bozmayım.
Arada da olsa, böyle yaşamları görmek de bir şans.
Mesela o kadar uzun süreden beri, hiçbirşey yapmadan boş boş durma halinden uzaklaşmışım ki, sadece evin camından dışarı seyretmek bile çok iyi geldi bana. Şeboların evinin önünden çay geçiyor. Çayın, ördeklerin sesi, ağaçlar, koşan, köpeklerini dolaştıran insanlar...Ne kadar keyif aldığımı tahmin edemezsiniz hiçbişi yapmadan sadece seyretmekten etrafı...
Bir şehir yürüyebildiğin ölçüde güzel bence. Basel de bu açıdan ideal bir şehir. Defne her ne kadar yürümekten kaçsa da, yürümese, mesela martıları heyecanla besleme fırsatını kaçıracaktı.
Defne ilerde bu günlerini hatırlayacak yaşta diye düşünüyorum. İnsan yetişkin olduğunda hep çocukluk günlerini hatırlıyor. Ne şanslı ki, burada her günü kafasında yer edecek güzel şeyler yaşıyor sevdikleriyle. Efe'nin uzun saçlı, küpeli erkek öğretmeniyle tanışmak, kış vakti açık havuza girmek, onun yaşında artık okula kendi başına gidebileceğini görmek, farklı dillerin konuşulduğuna tanık olmak...gibi gibi birçok şey eminim onun kafasında yepyeni pencereler açıyor.
Fotoğraf yükleyemiyorum şu an, yüklediğimde bloga da ekleyeceğim.
Her gün müzik paylaşma işi, bu ay sekteye uğradı biras ama devam edeceğiz...
Basel'de arabada dinlediğimiz güsel müziklerden birini koyarak iyi geceler diliyorum hepinize...

10 January 2012

cemal süreya'yı sever misiniz?

Yayınımıza bir süre ara verdiğimiz, okuyucularımız tarafından farkedildi mi acaba?
*
Defne dün fena üşütmüş, ateş, kusma vs, dün geceden bu yana zombi gibiyiz. Şimdi uyuyor, umarım bu gece misler gibi uyur, iyileşir. Genelde zor durumlarda sakinliğimi koruyabilen bir insan olduğumu düşünüyorum ancak iş ateşe gelince, o derecenin rakamları arttıkça müthiş panikliyorum. Başta ateş iyi diyorum, vücudu mikroplarla savaşıyor, ilaç vermemize gerek yok ama ben böyle dedikçe; derece 39.5'ları geçiyor, sonunda ilaca mağlup oluyoruz. Neyse, şu an çok etkisindeyim olayın. Uyusun da geçsin, gitsin mikroplar lütfen!
*
Kısa da olsa yazmak istedim bugün, nefes almak için blog iyi geliyor bana...
Dün Cemal Süreya'nın 22. ölüm yıldönümüymüş. "Aşk yok gayri memlekette Cemal Süreya beri gideli" demiş Can Yücel...Böyle güzel insanlar beri gittikçe, gerçekten tadı kaçıyor birşeylerin.
Üniversite yıllarında, şiir bir parça olsun vardı hayatımda. Cemal Süreya'yı da severek okurdum. Siz sever misiniz Cemal Süreya'yı? Şiiri? Üniversiteden sonra benim şiir okuma alışkanlığım maalesef kayboldu:( ama ara ara da olsa, şiir okumak güzel, hatırlamamda fayda var...
Neyse, kısa yazacağım dedim, uzattım, yıllar önce defterime yazdığım bir Cemal Süreya şiirini buradan sizlerle de paylaşayım istedim...
( "Ortadoğu 4" şiirinin bir kısmından alıntı yapmışım, demek ki şiirin o kısımları etkilemiş beni, aynı o şekilde paylaşıyorum.)

Zaman mı? değil zaman.
Akan zaman değil mesafelerdir.
...
Biz yeni bir hayatın acemileriyiz.
Bütün bildiklerimiz yeniden biçimleniyor.
Şiirimiz aşkımız yeniden
Son kötü günleri yaşıyoruz belki
İlk güzel günleri de yaşarız belki
Kekre birşey var bu havada
Geçmişle gelecek arasında
Acıyla sevinç arasında
Öfkeyle bağış arasında
...
Biz kırıldık daha da kırılırız
Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza
Cemal Süreya

Bir de Cemal Süreya sözleriyle (Sayım şiiri) bir Sezen Aksu şarkısı çalayım.



İyi geceler,

09 January 2012

wish you were here

Fırat, sağlam bir müzik listesi göndermiş yorumunda. Heyecanlandım. Müzikteki yenilikleri çok iyi takip eden biri değilim ancak okuduğum müzik eleştirilerinden, etkilendiğim bir yorum olursa, o müziği araştırmak, şarkının sözlerini okumak hoşuma gidiyor.Yeni keşfettiğim bir müzik, beni çok mutlu edebiliyor.
*
Bugünkü Radikal'e bakarken, Jane Birkin'in, konser için İstanbul'a geldiğini okudum. Kendisinin Arabesque albümünü almıştım bir zamanlar ancak bugün  hakkında çıkan yazıyı (N.Buket Cengiz-henüz internete yüklenmemiş.) okuyunca, kendisini tekrar dinlemek istedim.Yazıda, Serge Gainsbourg ile birlikte söyledikleri Je T'Aime Moi Non Plus şarkısının, erotik tonu nedeniyle zamanında radyolarda yasaklandığı belirtiliyordu. Merak ettik haliyle şarkıyı, şarkıya youtube'dan bakınca melodisini hatırladım. Ne hoş kadınmış gençliğinde Jane Birkin. Ne şarkılar yapmış 68 kuşağı...Neyse, bugünkü şarkımız bu değil ama:)
*
Şebnem, Pink Ployd'un Wish You Were Here şarkısını önermiş. Bir şey itiraf edeyim, sözlerini hiç bu kadar dikkatle dinlememiştim. Müthişmiş. Buyrun sözleriyle dinleyin:) Teşekkürler Edim...
Not: Konser kaydını koyayım dedim ama alkıştan müzik gümbürtüye gidiyordu, bu videonun da başında hafif öksürük sesleri var ama başka videolara baktım, onlarda da var.En temizi bu:)

Wish You Were Here Lyrics

So, so you think you can tell
Heaven from Hell,
Blue skys from pain.
Can you tell a green field
From a cold steel rail?
A smile from a veil?
Do you think you can tell?
And did they get you to trade
Your heros for ghosts?
Hot ashes for trees?
Hot air for a cool breeze?
Cold comfort for change?
And did you exchange
A walk on part in the war
For a lead role in a cage?

How I wish, how I wish you were here.
We're just two lost souls
Swimming in a fish bowl,
Year after year,
Running over the same old ground.
What have we found?
The same old fears.
Wish you were here.

08 January 2012

amelie

Dünkü yazının "müzik arıyorum" başlığı, ferdi özbeğen'in "vefaaa arıyorum, doooost arıyorum..." şarkısı gibi olmuş:) 
İnsanın ruh hali çok değişken, dün ofiste damardan bir müzik ile kafayı dağıtmak istiyordum ancak yapılacak en iyi şey, hemen ofisi terketmekmiş. Zira  ofisten çıktıktan sonra, modum büyük ölçüde değişti. 
Neyse, gelelim bugüne... Sizinle, gecenin bu sakin, huzurlu saatlerine uyacağını düşündüğüm bir parçayı paylaşmak istiyorum. Amelie filminden, Yann Tiersen 'in sevdiğim bir parçası: La Valse! 
(Bu arada; Amelie filmi, benim en kıymetli filmlerimden biridir. Defne'ye, büyüdüğünde açması için, bir kutu hazırlayacağım. Kutuya bu filmi de koyacağım. O zamana dvd çalan bir alet kalır mı bilmiyorum ama bir yolunu bulur elbet Defne filmi seyretmenin...)
İyi dinlemeler, siz de sevdiğiniz müzikleri paylaşırsanız, gerçekten çok sevinirim:)

06 January 2012

müzik arıyorum...

Bütün hafta çalışmışsınız, yorgunluk çökmüş bünyeye, hafiften de karnınız ağrıyor, etrafta da çok güzel haberler yok...
Böyle bir ruh halinde en çok hangi şarkıyı dinlemek istersiniz?
Ben şu an kafayı dağıtacak bir müzik arayışındayım ama aklıma birşey gelmiyor...Öyle hafif birşey dinlemek de kesmiyor, damardan, mod değiştiren birşey istiyorum...Aklınıza böyle bir şarkı gelirse yazar mısınız?
*
Azla yetinmeyen çoğu bulamazmış derler ya, fotoğraf makinem kayıp yılbaşından bu yana. Sen misin fotoğraf makinesini beğenmeyen, al işte böyle mecbur kalırsın telefonunun kamerasına...Neyse, bulacağım  elbet bir yerlerde...
*
Bu arada, hayatımda minik şeyler denemeye devam edeceğim.
Mesela;
-Bu ay her gün; ilgimi çeken, çeşitli sebeplerle sevdiğim bir müziği blogumda yayınlayacağım. Bugünü saymayın:)

Bugün siz bana destek olursanız, gerisi gelecek...


Run away from all your boredom
Run away from all your whoredom and wave
Your worries, and cares, goodbye
All it takes is one decision
A lot of guts, a little vision to wave
Your worries, and cares goodbye
It's a maze for rats to try x2
It's a race, a race for rats
A race for rats to die
It's a race, a race for rats
A race for rats to die
Sick and tired of Maggie's farm
She's a witch, with broken arms to wave
Your worries, and cares, goodbye
It's a maze for rats to try x2
It's a race, a race for rats
A race for rats to die
It's a race, a race for rats
A race for rats to die x3
Burn away
Run away 

Hadi iyi akşamlar,

04 January 2012

….., bir oda değişir.

Eveeet, bugün de bir misafirim var, çok hoşuma gidiyor sevdiklerimin misafir olmaları vişneçekirdeği'ne...
Sözü çok uzatmadan, yerimi Şebnem'e bırakıyorum, iyi okumalar... Yorumlar sonra;)
Füs

Beni bilenler bilir: Makul aralıklarla ülke, sık sık ev değiştirmeyi severim. Bu ikisini yapamadıgım zamanlarda, evdeki esyaların yerini değiştiririm ve asıl sevdiğim de budur. Bu alışkanlık bana annemden geçmiştir ve yaptığım gözlemler sonucu, büyük ihtimalle benden de oğluma geçecektir.
Temizlik yapmak fiziken yorucu ama ruhen rahatlatıcı bişey. Eşyaları çekip arkasını süpürüp silince, bendeki yer değiştirme genleri konuşmaya başlıyor. Canım değişiklik, farklılık istiyor, şaşırmak istiyor. Küçükken okuldan eve gelince,  annemin koltugun yerini değiştirmiş ve evi bambaşka bi havaya sokmuş oldugunu görüp mutlu olduğumu hatırlıyorum. Şimdi ben de zaman zaman (takıntı değil lütfen) eşyaların yerini değiştirip kendimce iç mimarlık oynayıp mutlu oluyorum. Cem Yılmaz’ın filmde dediği gibi ‘bakış açısını değiştirmek’ için bi yol bu. Gözün, beynin algısıyla hafiften oynuyorsun. Üçlü koltuğu al camın önünden, yasla duvara farketmedigin saksıdaki çiçeği görüverir gözün.  Masayı diklemesine değil, yanlamasına koy bu sefer de, sanki oda genişler ferahlar. Kitaplığın 3.rafındaki resimli çerçeveyi koy bakalım 4. rafa…  fena olmadı di mi!
10 günlük İstanbul ziyaretinden eve döndüğümüzde dağınık, soğuk(arkadasımız sabahtan gelip kaloriferi açtığı halde) ve tozlu bir ev karşıladı beni. Bunu bekliyordum, buna hazırdım. Zira her zaman yaptığımın tersine bu sefer evi hallaç pamuğuna cevirip kapıyı cekmiştim.
Oğlumla saate bakmadan uyandıktan sonra,  en sevmediği öğün olan kahvaltıda ne yemek istediğini sordum. Tost domates süt üçlüsünden oluşan menüyü acıkmış olmanın da yardımıyla hızla tükettik. Sıra geldi evi yaşanılır kılmaya. Yorucu değil eğlendirici kısım olan yer değiştirme kapsamında bu temizlikte evimin başına gelenleri paylaşıyorum:
Salon: Tek kişilik ikea koltugu televizyonun yanına çapraz çekildi, yerine hiçbirşey konmadı. Kapının yanında girintideki yeşil bitkiyle, kitaplığın yanındaki yan lamba yer değiştirdi. Lamba ordan çok iyi ışık vermese de yeşil bitki daha yeşil oldu :). Orta sehpayı, koltuğun başına yan sehpa yaptım. Efe biraz boş alan istedi. Misafir geldiğinde çekeriz.
Mutfak: Balkondaki kare masa yağmurdan ıslanıp kabarmasın diye içeri mutfağa alındı. Dikdörtgen masanın uzun kenarına dayandı ki hareket alanı küçülmesin. Görüldüğü üzere hareket etmek ferah mekanlar yaratmak ve fonksiyonel olmak öncelikli derdimiz.
Efe’nin odası: Kendi tasarladı, düşündü tarttı, ölçtü, denedi, bana uygulaması kaldı. İki kişilik yatağını başı kapıya bakacak şekilde çektik. Balkon girişini engelledi ama hem kış hem yatak hafif, gerekirse iteriz balkona gireriz dedik. Çekmeceli dolabı yatağın eski yerine ortaladık. Tüm oyuncak kutuları yatakla duvar arasında oluşan alana sıralandı. Masası da doğal olarak kendine baska bir köşe buldu. 2 adet kare halısını yan yana koyabildik bu yeni döşemede. Kocaman bir oyun alanı çıkarttık ortaya. Efe yeni odasının şeklini çok çok sevdi.
Anne-Baba odası: Genlerimi en çok üzen oda burası. Yine de değişik modellerde ve boyutlarda 2 adet çekmeceli dolabı sağa sola yukarı aşağı çekip, ya da yatağımı pencereye doğru biraz daha kaydırıp mahzun bırakmıyorum odamı diğerlerinin yanında. Hem bir nevresim değişir, bir oda değişir:)
Füsun, Defne ve inşallah Mithat gelene kadar bu değişiklik beni idare eder…Güzel evler, güzel odalar sizlerin olsun, sevgiler.
Not: Fotolar, Efe'nin odasının öncesi ve sonrası durumlarına aittir. F.





03 January 2012

filler ve düşündürdükleri...

Defne, bugün çerçevesi fillerle süslenmiş, içi boş bir sayfa getirdi eve. Fillerle ilgili bilgileri toparlayıp ailelerine yazdırmalarını istemiş öğretmenleri. Aklımızda fillerle ilgili net bir bilgi olmadığı için maalesef; internete, evdeki çocuk dergilerine, ansiklopedilere baktık. Defne'nin aklında kalabilecek bilgileri Defne'ye anlattık. Babasıyla anlatırken, Defne'nin asıl derdinin o sayfanın dolması olduğunu farkettik. Sabırsız sabırsız, "tamam hadi yazın yazın" diyor, bizi doğru dürüst dinlemiyordu bile. Yani önemli olan; fillerle ilgili Defne'nin birşeyler öğrenmesi değil, Defne'nin öğretmenine ev ödevini yapmış olduğunu göstermesiydi. "Nasıl olsa ben okuyamıyorum ki, öğretmen okuyacak" diyordu. "Ama öğretmenin senin fillerle ilgili birşeyler anlatmanı bekleyecek" dediğimizde omuz silkti.

Canım sıkıldı. Çünkü benim bütün öğrencilik hayatım bu şekilde geçmişti. Hiçbirşeyi öğrenmek için değil, başkalarının gönlü olsun diye, ezbere öğreniyordum. Genelde de iyi notlar alıyordum. Gel gör ki, ne zaman hayata karıştık, okulda öğrendiğim (ezberlediğim) hiçbir bilgiyi, pratik hayata geçiremediğimi, deyim yerindeyse çuvalladığımı gördüm. Çünkü gerçekte bilmiyordum, içselleştirememiştim ki ezberlediklerimi. Ezberle belki iyi üniversiteler kazanılabilir ama hayat ezberle geçmiyor. Hayat ancak ezberleri bozduğunda yaşanabiliyor.

İstiyorum ki, kızım bu tuzağa düşmesin. Eğer bir konu ilgisini çekmiyorsa, tamam ilgilenmesin o konuyla, başkaları onu ödevini iyi yaptığında takdir ediyorsa, onları memnun etmek için herşeyi yapmaya çalışmasın. İyi öğrenci olmasın. Gerçekten yapmaktan sevdiği şeyler üzerinde vakit harcasın.

Tabi çocuğa neyi nasıl verdiğin de önemli. Çocukların ilgisini çekmenin binbir yolu var. O sayfaya önce birçok bilgi yazmıştık Mit'le, milli eğitimin yetiştirdiği 2 iyi öğrenci olarak. Sonra Defne'deki durumu farkedince, bıraktık kağıdı. ABC yayınlarının Renkli Bilgiler Kitaplığı'ndan, fil fotoğraflarına bakarak, hikaye anlatır gibi aramızda konuştuk. Sonra bu faslı uzatmadık, Defne minik ansiklopediyi çantasına koydu. Başka şeylerle ilgilendik.

Yatmadan önce, "Fillerle ilgili en çok ne kaldı aklınızda?" diye sordum Mit'le Defne'ye.
Mit, fillerin 600 gün hamile kaldıklarını,
Defne, fillerin hortumlarıyla düşmanlarını kovalayabildiklerini söyledi.
Ben de fillerin hortumlarıyla yavrularını taşıyabildiklerini söyledim.
Mit, internetten okuduğu bilgiyi, Defne ile ben de resimli ansiklopediden öğrendiğimiz bilgiyi söylemiştik. Aslında, çocuk büyük farketmiyor, beyne çok bilgi yüklemesi yapmak istediğimizde, kafamız almak istemiyor, alırsak da ezbere alıyoruz. Bir konu; ancak çok ilgimizi çekmişse, bir hikayesi, görselliği veya yaşanmışlığı varsa, gerçekten onları beyne kaydediyoruz diye düşünüyorum.

Siz ne düşünüyorsunuz?

Not: Foto; abc yayınlarının Renkli Bilgiler Kitaplığı'ndan (Hayvan Dostlarımız) çekilmiştir.

02 January 2012

30 gün değerlendirmesi...

Günlüğümden, geçen seneyle ilgili dileklerimi okudum. Bazılarını gerçekleştirmişim gerçekten, bazılarında ise istek seviyesinde kalmışım. Mesela, spora haftada 2-3 gideceğim hatta yüzmeye de yazılacağım demişim, netekim yüzmeye yazılmışım ama gitmemişim:)
Belki blogda bu seneyle ilgili dileklerimi yazarım demiştim. Çok kişisel istekler olduğu için, yine günlüğüme yazdım. Ama Defne'nin 2012 dileklerini paylaşmak istiyorum, dileklerinin yıllık mı günlük mü olduğuna, buyrun siz karar verin:)
-"Sinemaya gitmek" ( "ee gidiyoruz işte..."(sinemada yer bulamadık ama)
-"Spor "("ee yürüdük işte", Polonezköy'e gitmiştik bugün de, foto da oradan)
-"Efe'yle kudurmak"
-"Sizinle hep beraber olmak"
*
Gelelim 30 günde yeni birşeyler deneme girişimime...Bu 30 günde, aslında biraz kendimi tanıdım diyebilirim. Çünkü kendimle ilgili birşeylerin takibini, böyle bir bilinç düzeyinde hiç yapmamışım önceden.
Neler yapayım demişim, neler yapmışım, hadi değerlendirelim:) Hatta puan bile veriyorum kendime, çabamdan dolayı çok kıt tutmadım puanları, bakalım siz nasıl bulacaksınız?

neler yapacağım?
-bloga her gün yazacağım, az da olsa her gün!bazen sadece merhaba da olabilir tabi:)
yazdım mı yazdım. her gün yazmak bir şekilde alışkanlık kazandırdı bana. bir insan bir işi düzenli olarak 21 gün boyunca yaparsa, o konuyla ilgili alışkanlık kazanıyormuş diye duymuştum. her gün çok kayda değer şeyler yazmamış olabilirim ancak bloga yazmaktan da artık öcü gibi korkmuyorum. yazmak, bu yolla sevdiklerimle veya bilmediğim, tanımadığım insanlarla iletişim kurmak çok keyifli. insan yazarken kendini tanıyor. gene de her gün yazamayacağım yeni yılda. her gün yazı yazabilecek kadar rahat bir tempom yok. ayrıca, yazı yazmak için de; okumak, dinlemek, dinlenmek, görmek, düşünmek yani kısacası beslenmek gerekiyor. içimden geldiğinde yazacağım.
bloga yazma işini düzenli yapabildiğim için; kendime 10 üzerinden 8 veriyorum.

-her gün foto çekeceğim (bu aksiyon fikrini matt abiden aldım ama hoşuma gitti, belki her gün çektiğim fotolardan bloga koyarım;)
kabul etmeliyim ki, ilk başlarda bu foto çekme işi biraz zorlama oluyordu. o günkü fotoyu çekmeyi unuttuğumu farkedince, apartmanın bahçesinde çekebileceğim birşeyler aradığımı itiraf edeyim. ama günler ilerledikçe, gerçekten ilgimi çeken şeyleri çekmeye çalıştım. fotoğraf makinem, digital eski bir makine, çok beğendiğim görüntüler oldu ancak makine benim gördüğüm şekilde görüntüler vermedi bazen. mesela bir gün, tam köprüden geçerken harika bir ay manzarası yakaladım, araba sürerken çektim, çıkan kare hiç de benim gördüğüm kare değildi. neyse, süper fotolar çekmesem de, birşeyleri görmeye çalışıp, rutin hayattan zaman zaman kopabildiğim için, bu işi sevdim. belki bu sene daha iyi bir makine alırım. fotoğraf sergisini öyle abarttım ki, sergilemeye korkuyorum, fotoların yükünü azalatabilirsem sergimi yapacağım ama, güleriz:) 
bu konuda 5 veriyorum kendime.

-her gün yarım saat yürüyeceğim. (spor yaptığım günleri yürümeye sayarım.)
son hafta, şebnemlerin de gelmesiyle, yürüme işini biraz salllasam da, genel olarak kendimden memnumum. çünkü biz spor ile büyüyen bir kuşak olmadık, hadi kuşağı bırakalım, ben düzenli spor yapan bir insan değildim. son 3 senedir spor işini hayatımda düzenli yapmaya çalışıyorum. hareketin iyi geldiğini hepimiz biliyoruz ama iş yapmaya gelince üşeniyor insan bazen. aslında başlayıncaya kadar...bu yürüme işinde de, hep bir hedef verdim kendime. yani deli danalar gibi bir yerde tur atmak çok hoşuma gitmedi. bir yere araçla gideceğime, yürüyerek gideceğim durumlar yarattım kendime. yürümediğim zamanlarda da, evde dans ettim biliyorsunuz. hatta bu dans işi, evde bizim bir ritüelimiz haline geldi. defne, "bugün yürüdün mü?" diye sormaya başlar oldu. çünkü biliyor ki, yürümediysem, evde dans var:) hep beraber dans etmek; evde, bambaşka bir hava yarattı:) defne, okulda öğrendiği figürleri bize öğretti, çocuk masumiyeti, müzik, dans, hareket...hepsi birleşince çok keyifli zamanlar yaşamış olduk aralık ayı boyunca...
gene de salladığım günlerden dolayı, notumu kırıyorum biraz, 7.

-her gün en az 50 sayfa kitap okuyacağım. (kitap okuyorum elbet ancak bazen elime alacak halim olmuyor yorgunluktan, böyle sayfa okuma baskısına da gelemem ben ama, neyse şimdilik 50 diyeyim, kitabına göre bu artar azalır, pek net olmadım sanki?:)
daha okuyacağım derken, yan çizmişim. bu konuda kendimden istediğim verimi alamadım. kendimi anlatma derdim ağır bastı sanırım. Sadece 5. anlaşmayı okumadım ancak istediğim daha çok okumaktı. bu dönemde(sadece aralık ayı değil) okuduğum 2 kitap daha var. onlar da beni oldukça etkiledi. en azından adlarını vereyim. varolmanın gücü (çok tavsiye ediyorum, egolardan kurtulup özümüze dönmemizle ilgili gerçekten etkileyici bir kitap)  ve  çocukların unutulan dili. ikinci kitabı halen okumaktayım. bu kitaplar biraz daha insan psikolojisiyle ilgili kitaplar, her zaman bu tarz kitapları okumuyorum, bu dönem raslantısal olarak biraz arttı bu tür okumalarım ama bir sonraki kitabım roman olsun istiyorum.
okuduğum kitabın emek emek özetini çıkarıp yazdığım için 4 veriyorum kendime. 


  -her gün en az 5 bardak su içeceğim. (su içiyorum ama günde ne kadar içtiğimin farkında değilim.)
bunda da başta iyi başladım. sonra havalar soğuyunca ya da tuvalete gitme sıklığı artmaya başlayınca, tempodan düştüm sanki. bu konuda tembelliğe kaçıyorum hala. 
5 bardağa 5 vereyim. her zaman içmedim sonuçta.

neleri yapmayacağım?
bu maddeler hemen aklıma gelmedi, geldikçe yazarım;
-gece çok geç yatmayacağım. hemen hemen hiç yapmadım. eksilerdeyim. 
-internete saatlerce takılıp kalmayacağım. eh.


Yapmayacaklarımdan çok, yapacaklarıma odaklanmışım:) İşte böyle, bakalım 2012'de neler deneyeceğiz?
Bugün bir dergide okuduğum sözü yazarak aranızdan ayrılıyorum.
"Kendini tanıma, mutluluğun bir yasasıdır" demiş ünlü psikolog Alfred Adler. 


Hepinize mutlu günler, geceler...